Küreselleşme rüzgarı
ile fonların serbest dolaşımının artması, yatırımcıların
teknoloji sayesinde bilgiye daha kolay erişim sağlaması ve böylece
yatırım maliyetlerinin düşmesi “global finans merkezi”
olgusunu yaratmıştır. Fonlarını istedikleri piyasaya kolayca
yönlendirebilen yatırımcılar, bulundukları ülkenin onlara
sunduğu yatırım seçenekleri ile sınırlı kalmaktan kurtulup,
uluslararası piyasalardaki seçeneklere de ulaşma imkanı elde
ettiklerinden, global finans merkezi olmak, böylece farklı
ülkelerden yatırımcıları cezbederek fon akşını kendine
yönlendirmek hemen her ülkenin tecrübe etmek istediği bir olay
halini almıştır. Son yıllarda gelişmekte olan ülkelerin revaçta
olması, finansal kuruluşların da yatırım yapmak için bu
ülkeleri tercih etmeye başlaması sonucu Londra, New York, Singapur
gibi önemli finansal merkezler ile “uluslararası finansal merkez”
sıfatını almaya aday ülkeler arasında rekabet yaşanmasına
sebep olmuştur.
Uluslararası fon
akışının yanı sıra ekonomik büyüme, istihdam artışı,
finans sektöründe verimlilik artışı ve senyoraj artışı gibi
olumlu etkilerden dolayı bir çok şehir global finansal merkez
olmak konusunda yarış halindedir. Bir şehir, “global finansal
merkez” sıfatını elde ettiğinde, yoğun fon girişi ile
karşılaşmaktadır. Bu yoğun fon girişinin ise şirketlerin
finansman kaynaklarını çeşitlendirir ve fon kaynaklarının
ucuzlamasına sebep olur. Böylece yapacakları yatırımları daha
kolay finanse etmeye başlayan şirketler, ülke genelinde ekonomik
büyümeyi hızlandırır. Büyüyen ekonomide istihdam artışı
yaşanmasının yanı sıra, iş gücü niteliği de artar. Nitelikli
iş gücünün finansal kurumların yatırım kararlarını olumlu
yönde etkilediğini de göz önünde bulundurduğumuzda, şehrin
daha fazla yatırımcının tercihi haline geleceğini
söyleyebiliriz. Bu olumlu etkilere ek olarak finansal merkez haline
gelen ülkelerde finans sektöründe verimlilik artışı gözlenir.
Yabancı finans kuruluşlarıyla rekabet haline giren yerli
kuruluşlar verimliliklerini arttırıp maliyetleri düşürerek
rekabet güçlerini arttırmak isterler, bu da hem hizmet kalitesinin
hem de sektör verimliliğinin artmasına yol açar. Finansal merkez
olmanın bir diğer olumlu getirisi de senroyaj artışıdır. Bu
görüşü destekleyen veriler olmadığı için, finansal merkez
haline gelerek senyoraj artışının sağlanıp sağlanamayacağı
biraz tartışmalıdır. Fakat bazı çevreler finansal merkez olan
bir ülkenin kendi para cinsinden borçlanmasının kolaylaşacağını,
böylece ülkenin para basmaktan kaynaklanan senyoraj gelirlerinin
artacağını iddia etmektedir.
Yukarıda bahsedilen
olumlu özelliklerin yanında finansal merkez olmanın elde edilen
ünvanı kaybetme, karapara ve aklanmasına da ev sahipliği yapma ve
kurumsal mali sorunlardan etkilenme gibi riskleri de vardır.
Finansal merkez olmak düşük sabit sermaye yatırımı
gerektirdiğinden, hızlı bir şekilde bu ünvanı elde etmek
olasıdır. Fakat ülkede beklenmeyen bir risk oluştuğunda, ya da
ünvana daha güçlü bir aday çıktığında, ülkenin “finansal
merkez” sıfatını kaybetmesi muhtemeldir. Bunun yanı sıra
finansal merkezlerin karşılaştığı yoğun ve hızlı fon akışı,
o merkezin kara para aklama amacı ile kullanılması riskini
doğurur. Kara para aklanma merkezi haline gelmek ise, yabancı
finans kuruluşlarının ülkeyi terk etmesine, dolayısıyla ülkenin
finansal merkez ünvanını kaybetmesine sebep olur. Finansal
merkezler kara para ve aklanmasına ev sahipliği yapma ve ünvanı
kaybetme riski dışında bir de mali sorunlardan etkilenme riskini
taşır. Yabancı finansal kurumlara ev sahipliği yapan finansal
merkezler, bu finansal kurumların genel merkezlerinin bulundukları
ülkelerde yaşanan mali sıkıntılardan etkilenirler. Aynı şekilde
finansal merkezlerde yaşanan krizlerde de orada yerleşik finansal
kurumların güçlükler ile karşılaşmasına sebep olmakta ve bu
durum diğer ülkelerdeki finans kurumlarını ve ekonomilerini
etkilemektedir.
Türkiye Bankalar Birliği
Yönetim Kurulu’nun 2006 yılında Başbakanlık’a yaptığı
ziyaretin akabinde şekillenen İstanbul’un uluslararası finans
merkezi olması düşüncesi, İstanbul Uluslararası Finans Merkezi
(İFM) Projesi adı altında, 2007-2013 yıllarını kapsayan
Dokuzuncu Kalkınma Planında yer almış, 2009-2011 dönemini
kapsayan Orta Vadeli
Program ve 2009 Yılı
Programı çerçevesinde projeye ilişkin strateji oluşturulmasına
yönelik çalışmalar başlatılmıştır. İstanbul İFM projesi
kapsamında, 2007 yılından beri içerisinde Tokyo, Chicago, New
York, Singapur, Hong Kong, Zürih ve Cenevre gibi oldukça güçlü
rakiplerin de yer aldığı 75 kent arasından sıyrılıp
uluslararası finans merkezi, bir diğer deyişle uluslararası fon
arz ve talebinin karşılaştığı kent, olabilmek için
çalışmalarını sürdürmektedir. Bu konu üzerinde yapılan ve 75
kentin dahil edildiği çeşitli araştırmaların sonuçları
derlendiğinde ortaya Londra’nın en önemli finans merkezi olduğu,
İstanbul’un ise ne yazık ki 60. sıralarda yer bulduğu gerçeği
göze çarpıyor. Peki İstanbul bu güçlü rakiplerini eleyip,
uluslararası finans merkezi olma yarışında ipi göğüsleyebilir
mi?
“Uluslararası finans
merkezi” sıfatının ülkemizin finans sistemini, ekonomik
büyüklüğünü, politik ve hukuksal yapısını, istihdam düzeyini
ve daha bir çok konjonktürünü olumlu yönde etkileyecek olmasının
yanı sıra ülkemize uluslararası platformda saygınlık artışı
sağlayacağı reddedilemez bir gerçektir. Son dönemlerde yaşanan
küresel kriz İstanbul’un finansal merkez olmak için öne
çıkmasında bir fırsat olarak görüldüyse de, ülkemizdeki
hukuksal altyapı zayıflığının, finansal ürün ve çeşitliliğin
yetersizliğinin, basit ve etkin bir vergilendirme sisteminin
bulunmamasının, fiziksel ve teknolojik altyapı zayıflığının,
düzenleyici ve denetleyici çerçevenin yeterince geniş olmamasının
“finansal merkez” olma ünvanını elde etmeye giden yolda engel
teşkil edeceği unutulmamalıdır.
Financial Times 2010
yılı mayıs ayında yayınladığı ve İstanbul’un finansal
merkez olmasını
konu alan özel raporunda
düzenleyicilerin koordinasyon eksikliğinden söz etmiş, konuya
örnek olarak ise Türkiye’de şirket tahvili çıkartmak isteyen
ilk bankanın başvurusunun Sermaye Piyasası Kurulu tarafından
kabul edilip, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu tarafından
reddedilişini örnek göstermiştir. Bu tür sorunları aşmak ve
hukuksal altyapının güçlendirilmesi konusunda İFM Projesi
içeriğinde de belirtilen üç öncelik bulunmaktadır. Bunlardan
ilki uyuşmazlıkların hızlı ve etkin bir şekilde çözümlenmesine
yönelik olarak yargı sisteminde iyileştirmelerin sağlanmasıdır.
Bu önceliği, İstanbul’da bağımsız ve özerk yapıya sahip
uluslararası alanda rekabet edebilecek düzeyde kurumsal bir tahkim
merkezinin oluşturulması ve arabuluculuk sisteminin etkin bir
şekilde kullanılması sağlanması izlemektedir. Bir diğer öncelik
ise; İFM Projesi’nde katkısı bulunacağı öngörülen
tasarıların kanunlaşma süreçlerinin hızlandırılması yönünde
çalışmalar yapılmasıdır. Bunların yanı sıra finansal merkez
olmaya aday şehirlerde yerli ve yabancı şirketler hukuken eşit
tutulmalı, hukuki düzenlemeler öngörülebilir ve tutarlı olmalı,
vergi yapısı global bazda rekabetçi olmalı, vize ve çalışma
izinleri esnek olmalıdır.
Bir kenti finansal merkez
olma mertebesine taşıyan en önemli etkenlerden biri, sunulan ürün
ve hizmetlerin çeşitliliğinin yanı sıra sunulan koşulların
cazipliğidir. Türkiye’de finansal sektör lokomotifinin bankalar
olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, bankacılık
sektörünün gelişmiş ülkelerdeki örneklerinden geri kalmış
olması üzücüdür. Bankacılık sektörünün de gerisinde kalan
sigortacılık sektörü ise gerek ürün gerekse hizmet açısından
iyileştirilmeye tabi tutulmalıdır. Bu bağlamda atılacak en
önemli adımlardan biri finansal sektör düzenlemelerinde prensip
bazlı bir anlayış benimseyerek, yasal altyapının uluslararası
düzenlemelere ve uygulamalara uyumu sağlamaktır. Sektörde
şeffaflığın arttırılması ve rekabet üstünlüğü yurtdışı
piyasalara kaymış olan finansal ürün ve hizmetlere yönelik
tedbirlerin alınması da unutulmaması gereken hususlardır.
Bunların yanı sıra, piyasaya giriş-
çıkışın
kolaylaştırılması ve yeni finansal ürünlerin sunulması da önem
teşkil etmektedir.
Etkin ve basitleştirilmiş
bir vergi sistemine sahip olmak finansal merkez olma yolunda
ilerleyen kentlerin olmazsa olmazlarından biridir. Vergi
öngörülebilirliği ve rekabet gücünün arttırılması, vergi
oranlarının düşürülmesi, uzun vadeli ve geniş tabanlı vergi
sisteminin oluşturulması ilkeleri baz alınarak finansal işlemlerin
ülke içinde yapılması teşvik edilmeli, sürdürülebilir ve
istikrarlı bir vergi politikası izlenmeli, hukuki güvenlik idareye
yorum yetkisi bırakmayacak şekilde düzenlenmeli ve sektörde
kayıtdışılığa dayalı haksız rekabetin önüne geçilmesi
hedeflenmelidir.
Finansal piyasaların ve
kurumların hızla değiştiği göz önünde bulundurulduğunda,
finansal sistemin düzenlenmesi ve denetlenmesine ilişkin kuralların
da benzer bir gelişime tabi tutulması gerektiği söylenebilir. Bu
başlık altında; mevcut Sistemik Risk Komitesi’nin görev ve
fonksiyonları güçlendirilmeli, uluslararası standartların oluşum
süreci yakından takip
edilmeli, ve borsaların,
faaliyetlerini piyasa dinamiklerine cevap verebilecek esneklikte
gerçekleştirebilmelerini sağlayacak hukuki statüye
kavuşturulmaları ve genel kamu idaresini ilgilendiren mevzuat
kapsamı dışına çıkarılmaları sağlanmalıdır.
Fiziksel ve teknolojik
altyapı gelişmişliği finansal merkez olmaya aday bir kentin
barındırması gereken temel özelliklerden biridir. Fiziksel
altyapının geliştirilmesi kapsamında İstanbul’da yaşam
kalitesi, güvenlik ve ulaşım imkanları artırılmalı, finansal
kuruluşların altyapı ihtiyaçlarını karşılayacak fiziksel
koşullar sağlanmalıdır. Teknolojik altyapının iyileştirilmesi
için ise elektronik haberleşmenin hızlı, güvenilir, kesintisiz
ve düşük maliyetli bir şekilde sunulması sağlanmalıdır.
Global finansal merkez olan şehirlerin yabancı finans kurumlarına,
dolayısıyla yabancı işgücüne de ev sahipliği yaptığı
düşünüldüğünde, yabancılar için uluslararası standartlara
uygun eğitim veren okulların bulunması, yaşam maliyetlerinin
uygun olması, uygun maliyetli konutların olması ve çeşitli
kültürel faaliyet ve eğlence alanlarının bulunması gereklidir.
Mart 2012’de 11.si
yayınlanan global finansal merkezler endeksine göre Ortadoğu ve
Afrika merkezleri arasında ilk 3 sırayı Dubai, Katar ve Abu Dhabi
alırken İstanbul kendine 6. sırada yer bulabilmiştir. Global
bazda ise İstanbul ancak 61. sırayı alabilmiştir. Yine aynı
raporda İstanbul’un henüz potansiyeline ulaşamadığı ve orta
vadede gelişim göstermesinin beklendiği not edilmiştir. İyimser
bir bakış açısıyla bölgesel sıralamada bile ilk 3’e
giremeyen İstanbul için uluslararası finansal merkez haline gelme
yolunun hala açık olduğu düşünülürse, önünde altyapı
zayıflıklarının giderilmesi, düzenleyici ve denetleyici
çerçevenin genişletilmesi ve vergi sisteminin basit ve etkin hale
getirilmesi gibi uzun bir yapılacaklar listesi olduğu aşikardır.
Kaynaklar
- Coşkun, Y., 2011, “Ekonomi Politik Ve Düzenlemenin Gücü Istanbul’u Finans Merkezi Yapabilir Mi?”, http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=2008961
- Financial Times Special Report, 5 Mayıs 2010, “İstanbul as a Finance Centre”, http://www.ft.com/intl/reports/istanbul-2010
- İFM, Ekim 2009, “İstanbul Uluslar arası Finans Merkezi Stratejisi ve Eylem Planı”, http://www.ifm.gov.tr/Shared%20Documents/IFM%20Stratejisi%20ve%20Eylem%20Plani.pdf
- The Global Financial Centres Index 11, Mart 2012, http://www.longfinance.net/Publications/GFCI%2011.pdf
- TSPAKB, Şubat 2007, “Global Finans Merkezleri ve İstanbul”, http://www.tspakb.org.tr/tr/Portals/0/57ad7180-c5e7-49f5-b282-c6475cdb7ee7/AIM_Yayin_ve_Raporlar_Arastirma_Raporlari_Global_Fin_Mer.pdf
- Yılmaz, H., 2010, “İstanbul’un Uluslararası Finans Merkezleri ile Rekabet Düzeyinin Saptanmasına Yönelik Bir Çalışma”, http://www.iudergi.com/tr/index.php/iktisatmecmua/article/viewFile/9181/8529

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder